26 Kasım 2010 Cuma
GEÇ KALANLAR----Tiyatro
Günümüzde evlilikler, ciddi sorunlar yaşıyor. Birçok evliliğin şekilsel olarak devam ettiğini, çoğunun içinin boş olduğunu görüyoruz. Ve ardından, ayni evde yalnız yaşanan hayatlar, mutsuz insanlar ve dışı cilalı evlilikler...Devlet Tiyatroları da, bu sezon programlarına bu konuyu işleyen bir oyunla ''bireyleri'' uyarmayı, bireysel sorgulamaların oluşmasını, empati yapmanın güzelliklerini amaçlamış. Çok da başarılı olmuşlar. Pervin Ünalp'ın eseri ''GEC KALANLAR''...Ve şunları diyor yazar: '' Geç kalmasak söyleyeceklerimizi söylemekte,ertelemesek gülüşleri, RAĞMEN sevsek, olduğu gibi kabül etsek, sevdiğimizi söylesek, özür dilesek, sarılsak,ağlassak, sorsak, yerine düşünsek...Ama ''gününde'' olsa...'' Konu, dekor, müzik,afiş güzel. Afisdeki imza Mustafa Ayaz. Sanatçılar başarılı, ancak; genç erkek rolundeki Levent Şenbay'ın birinci perdedeki rolünde kızgınlıklarını aktarırken, bağırmalarındaki ses tonuyla daha iyi olabileceğini düşündüm... İzlerken, birçok konuda kendimizi, çevremizdekileri, görebileceğimiz gerçekçi ve güncel bir eser. ''Geç Kalmak'' ne acıdır, ne zordur, hele bu yaşamınızdaki hataların düzeltilememesiyse, konuşamamaksa, paylaşamamaksa, pişmanlıklarsa...Oyunun birinci perdesinde evli çiftin erkeğini, ikinci perdesinde de kadınını izlediğimizde sorunların ne kadar ortak olduğunu, sonlarında oynanan oyunlarda ise, sorunları çözümlemenin cok da zor olmadığını görüyoruz...Izlenilmesi gereken bir oyun, ''Gec kalanlar''dan olmamak dilegiyle...Ayse--Kasım--2010
24 Kasım 2010 Çarşamba
Likya yolu yürüyüşü Kaş etabı
Aydın ve Ebru çiftiyle |
Eflatun Sanat Evinde konuk evi. |
Kaş'ta gün batımı |
Ayşe Likya Yollarında |
Kekova, Kale köyde çiçekler |
Tahıl ambarları--Gokçeören |
14 Kasım 2010 Pazar
İtalya---Cinqueterre/ Riviera di Levante
Sentiero Azzurro |
Vernazze |
Vernazze |
Cinqueterre'de trekking yapmayı bu yaz, programlarım içine almıştım. Bu kadar çabuk gerçekleştireceğimi düşünmemiştim. Geç kalmadığım için çok mutlu oldum. Chiavari'den tren biletimi Monterosso Al Mare'ye aldım. Bu beş özel köy kuzeyden güneye doğru, Monterosso Al Mare,Vernazze,Corniglia, Manarola ve Riomaggiore.Köylerin özelliği denize dik kayaların üzerine kurulmuş olmaları.Trekkinge, bazıları güneyden başlıyor, bazıları kuzeyden. Ben gezi rotam içinde kuzeyden başladım. Nerede kalacağımı, neler yapacağımı bilemediğimden sırt çantamla yürümek zorunda kaldım. Birinci durak Monterroso Al Mare. Burası en büyük köy, kıyıda büyük bir plaj tamamen kumdan oluşuyor. Yolda herhangi bir harita, ya da rehber kullanmaya gerek yok. Buradan başladığınızda yol sizi götürüyor. Zaten belli yerlerde işaretler var. Ve yürüyüşüm başladı. Hava güneşli ama rahatsız edici sıcak yok, ekim ayı bu yürüyüs için ideal aylardan biri. Yürüyüşün en zor bölümü bu etap, dar patika yollardan, üzüm bağları arasında yürüyorum, tırmanma başladı.Bu yola Sentiero Azzuro, mavi patika diyor italyanlar. Bazen yalnız yürüyorum, bazen yoldakilerle karşılaşıp ard arda yürümek zorunda kalıyoruz. Çunki yol çok dar, ancak bir kişinin yürümesine izin veriyor çoğu yerde. Yürüyenler genelde orta yaş ve üstü. Çoğu Ingiliz ve Fransızlar. Manzara olağanüstü, denizin rengi nefis, kısacası herşey çok güzel ve çok mutluyum. Yürüyüş sırasında sadece fotoğraf çekmek için mola veriyorum, bir de güzellikleri doya doya seyretmek için...Yorgunluk başlamıştı ki, aşağıda kayalar üzerine kurulmuş, küçük bir köy göründü, Vernazze...Köyün yukardan görüntüsü çok güzel, sandallar renk renk boyanmış ve hepsi kıyıya çekilip ters çevrilmiş. Hem hedefe varmanın hem de güzelliklerin heyecanıyla kıpır kıpır içim. Artık, gördüğüm yüzler de tanıdık, ya birbirimizin fotoğrafını çekmişiz, ya da yolda birbirimizi geçmişiz, tatlı tatlı tebessümleşiyoruz, birinci etap bitti dercesine. Bir süre etrafta dolaştıktan sonra, güzel bir restoranda öğle yemeğimi yiyorum. Sonra, bu lezzet hep damağımda kalacak ve ayni tadı bir daha yakalıyamıyacağım. Monu, limonlu hamsi salata, pesto soslu Raviolo (büyük olanlara verilen isim) ve yoresel beyaz şarap.Bu güzel keyiften sonra, yürüyüşüme devam ediyorum, hedef Corniglia...Ikinci etap da yorucu ama tırmanma açısından rahat. Birçok kişi tamamını yürümüyor, bir etap yürüyüp trenle devam ediyor. Diğer yaygın gezi de deniz yolundan botlarla kıyıyı seyretmek. Ikinci etabı, daha rahat yürüdüm, şarabın da etkisiyle herşey iki kat güzelleşti, mutluluk dorukta. Ve yine bir kara parcası üzerine kurlmuş köy belirdi, Corniglia... Burayı fazla sevmedim, ama kahve keyfimden geri kalmadım elbette. Corniglia ve Manarola arası mevsimsel olarak yürüyüşe kapatılmıştı. Bu yüzden buradan trenle Manarola'ya geçtim. Manarola'dan son durak olan Riomaggiore'ye yürümek cok kolay. 15 dakikalık bir yürüyüs. Bu yol Via Dell'amore, aşıklar yolu. Tepeden aşağıyı seyretmek gerçekten ayrı bir heyecan. Yol boyu her yer, kilitlerle dolmuş. Hep birilerini yüreklerine kilitlemişler...Ve yol sonunda Rio Maggiore, güzel ama çok turistik. Burada bir otel var gerisi pansiyon, sunulan konaklama yerleri asla ödenecek parayı haketmiyor. Ben biraz, pahalı deyince odayı kiralayacak kişi burası Cinqueterre paran yoksa gelmeseydin deyince, gece geç saatte trene binip geceyi La Spezia'da geçirdim...Ayse-2010
İtalya---RİVİERA DI LEVANTE
Camogli evleri |
Camogli kıyısı |
Portfino'nun tepeden görünüşü |
San Giorgo Kilisesi Portofino |
Genova tren istasyonundan Riviera Di Levante'yi keşfetmek üzere , sabah erken saatte yola çıktım. Italyan rivierası da deniyor bu kıyıya ve turistler için Italya'da en ilgi gören bölgelerden biri. Trekking için de oldukça cazip bir kıyı. Bu nedenle, özel tren biletleri var, bir günlük, iki günlük ya da üç günlük biletler. Bu süre içinde bu biletlerle bu kıyıda istediğiniz kadar seyahat etme hakkınız var. Ben bir günlük bilet aldım ve ilk durağım CAMOGLI. Camogli, küçük bir balıkçı köyü. Çok sevdim, sezon dışı olduğundan fazla kalabalık olmaması bana daha da cazip geldi. Tüm binaların hepsi, bir sanat eseri. Hepsinin duvarlarında, pastel renklerle yapılmış resimler var. Camogli'nin en büyük özelliği bu evler.Havanın güzel olması beni daha da mutlu etti. Sabah kahvemi, nefis manzarayı seyrederek deniz kıyısındaki bir cafede içtim. Bir kac güzel fotoğraf çektikten ve çevrede dolaştıktan sonra, tekrar trenle PORTOFİNO yarımadasına devam ettim. Yıllardır şarkılarda dinlediğim Portofino'ya nihayet sıra gelebilmisti. Portofino için tren Santa Margarita Ligure'de duruyor. Cantamı istasyonun yanındaki cafede brakıp, hafiflemiş vaziyette merkeze doğru yürüdüm. St Margarita Ligure, kıyıda limanın olduğu, kara kısmında ise restoran ve cafelerle çevrelenmiş bir yer. Buradan Portofino'ya, taksiyle, otobüsle ya da yürüyerek ulasiliyor. Ben elbette yürümeyi tercih ettim. Yürüyüs yolu belli, deniz kıyısından, manzaranın güzelliği sizi Portofino'ya ulaştırıyor.Zaman zaman güzellikleri belleğime iyice kazımak için durdum, çevreyi seyrettim ve fotoğraf çektim. Yolun bir bölümü istenirse orman içinden devam ediyor, kuş sesi, ara ara ağaçların arasından denizi gözlemek ve nefis doğa kokusu beni yine sarhoş etti ve dudaklarımda ''I fınd my love in Portofino...'' Birden, aşağıda minik bir liman ve ufak bir balıkçı köyü. Işte Portofino dedim. Görüntü çok güzel. Yüksek sezon olmamasına karşın tekne sayısı oldukça fazlaydı, kıyıdaki cafelerin bir kısmı boş bir kısmı ise doluydu, çünki herkes güneşte oturmayı tercih etmisti. Güneşin durumuna göre, cafelere ilgi azalıyor ya da artıyordu.San Giorgo Kilisesi ve kalenin görünümü ise ayrı bir güzellik katıyordu, tepede. Bu güzellikte, güzel bir pizza ve kırmızı şarabı hak etmiştim. Yemekte, yan masadaki Yunanlı iki arkadaşla sohbet de, yemeğimi zenginleştirdi. Oylesine zevk aldım ki dönüşte de yürümeye karar verdim ama bu sefer hep kıyıdan, ormana girmeden. Hava ve herşey öylesine güzeldi ki, hızımı alamadım Rapallo'ya da yürüyerek gittim. Rapoola da beğendiğim yerlerden biri.Kıyıdaki, 16. yüzyıldan kalma kale içinde sergiler düzenleniyor.Yine 16. yüzyıldan kalma Bizans ikonlarını görmek için teleferikle Santuario di Montallegro'ya çıkmak gerekiyor.Bir süre, kıyıdaki banklardan birine oturup, etrafı seyrettim. Çarşısı, insanlarıyla farklılığı hissediliyor. Tepelerde çok güzel oteller, restoranlar var. Trene buradan binip, Chiavari'de tanımadığım gezgin bir bayanın evinde kaldım. Daha önce internetten yazışmıştık. Akşam, evde birlikte yemek yedik ve sabah o işine ben de yoluma devam ettim. Chiavari'yi dolaştım ama bir gün önceki güzelliklerden sonra çekici gelmedi. Bir an evvel Cinque Terre'ye ulaşmak istiyordum, trene bindim ver elini Cinque Terre....Ayse- 2010
13 Kasım 2010 Cumartesi
VİETNAM---Sapa--2
Sapa'da Cenaze toreni |
Cafede kahve ve kek keyfi |
Cat Cat otelde sabah kahvaltısı |
Bir ritüel |
etnik giysi |
11 Kasım 2010 Perşembe
VİETNAM---Sapa--1
Pirinç tarlaları |
Vietnam gezimin favorilerinden biriydi Sapa'ya gitmek. Hanoi'den yataklı trenle geçtik Sapa'ya. Kompartımanımız dört kisilik. Genelde tercih ettiğimiz gibi iki alt yatağı aldık. Her tren yolculuğunun başlangıcında, yol arkadaşlarımızı merakla bekliyoruz. Bu seferki yoldaşlarımız, yıllarca Amerika'da çalışmış bir İngiliz çiftti.Eşyalarını deniz yoluyla yollamışlar, kendileri de 5 aylık bir geziye çıkmışlar. Bizim yataklara karşılıklı oturdular,birlikte tatlı bir sohbet başladı. Biz duruma göre önceden hazırlıklıydık, ortam iyi olunca yanımızdaki şarabı açtık.Sohbetimiz daha da hoşlaştı. Güzel, keyifli bir tren seyahati oldu. Tren, Sapa yakınında bir istasyonda duruyor. Şayet önceden otel, hostel rezervasyonunuzu yaptırırsanız onlar araç gönderip aldırtıyorlar sizi. Bizim rezervasyonumuz olmadığından, istasyonda bekleyen minibüslerle Sapa'ya gittik. Sapa, kuzeyde dağlık bir yer. Çok özel bir bölge, çok fazla etnik grup yaşıyor. Hepsi geleneksel giysileriyle dolaşıyorlar. Gezgin turistlerin, uğrak yerlerinden. Otel sayısı oldukça fazla. Biraz pazarlıkla, sonunda merkezde, CAT CAT otelde konaklamaya karar verdik. Odamız üst katta ve önünde, yandaki odayla ortak kullanacağımız çok geniş bir veranda var.Yan odada, Kanadalı yaşlı bir çift kalıyor, sohbet sonrası yemekte birbirimizi görebileceğimizi söylediler. Verandadan tüm Sapa'yı sisler altında görebiliyoruz, bir an doğa bana Karadeniz yaylalarını anımsattı. Çevrenin güzelliğinden çok etkilendim. Yine hesaplarda olmıyan bir güzelliği yakalamıştım. Hava soğuk ve benim giysilerim yeterli değil. Hemen kalın çoraplar aldım ve giydim. Ve ilk köyümüzden başladık. Ozel giysileriyle, köylülerin görüntüleri çok güzeldi. Çevre teras sistemiyle ekilmiş pirinç tarlalarından oluşuyordu. Domuzlar, çocuklar,yaşadıkları yerler, hepsi birbirinden değisik ve güzeldi.Rüyada gibiydim. Uzun yürüyüşümüzün sonuna doğru iki genç erkek tarafından takip edildiğimizi hissettim. Öylesine ıssız bir yerdeyiz ki, tedirgin olduk. Bizi geçmeleri için yavaşlayınca, takip nedenleri anlaşıldı. Bu yürüyüşle Sapa'dan fazla uzaklaşmıştık. Bitiş noktasında motosikletli gençler Sapa'ya götürmek için bekliyorlardı, önceden müşteriyi kapmak içindi bu takip.Önce biraz tereddüt ettiysek de başka seçeneğimizin olmadığını anlayınca sarıldık bellerine delikanlıların ve uçtuk Sapa'ya.Biniş o biniş, sonra tüm Sapa günlerimizde, birilerinin beline sarılıp motosiklerde geçti ulaşımımız. Akşam olmuş, karanlık çökmüştü, çevreyi tanıyıcı bir tur da atınca daha da çok sevdim.Yemek yenilecek güzel ufak restoranlar var. Her çesit yiyeceği bulmak mümkün. Güzel bir akşam yemeğinden sonra dönüşte, Kanadalı çift haklıydı, rastlaştık. Biz farklı bir yerde yemeğimizi yemiş, odamıza dönüyorduk. Onlar da geldikten sonra, verandada bira içelim birlikte dediler, ben de memnuniyetimi belirttim. Odamıza dönünce herşey öylesine güzeldi ki ortak bira içiminden vazgeçtik. Doğa güzel, karnımız doymuş, güzel bir gün geçirmiştik. Odayaa gelince ilk işimiz odun alıp odamızdaki şömineyi yaktırmak oldu. Duşları da aldıktan sonra, şömine karşısında ısınıp, içtiğimiz şarabın tadını unutmam mümkün değil. Böyle anlarda benim cümlem hazır: ''Yaşamak bu işte, herşeyi doya doya hissetmek...'' ve ardından Ayşece bir söz,''buraya sevgiliyle gelinmeli''. Ayse---2007
10 Kasım 2010 Çarşamba
PERU---Titicaca Gölü--3
Ben ve Marta ayrılık zamanı |
Yeni gelecekler için sabah hazırlığı |
Ve dönüş |
PERU---Titicaca Gölü---2
Patatesler |
Pacamama |
Köyün kadınları ve soldan 4. MARTAMIZ |
Kapinin vurulmasiyla birlikte acilan kapida Marta belirdi, el kol hareketleriyle, asagiya gelmemizi istiyordu. Bizi mutfaga goturdu. Yemek saati gelmisti ve Marta buyuk bir zevkle bizim icin yemek hazirlamisti. Mutfakta birkac tencerenin ve tabagın disinda, yine musambali bir masa, ufak bir divan. Yemekler,odun atesinde pisiyor. Olanaksizliklar oylesine acık ki. Marta elini, tabaklari ;siyahlasmis bir suyun icinde yıkıyor. Ama bunlarin hepsi goze carpanlar onemli olan onun bu yemegi bize ne buyuk sevgiyle hazırlıyor olması. Ben zaten hastayım birsey yiyemiyorum, hasta olmasam da bu kosullarda mumkun degil, ote yandan Marta'ya bunu hissettirmememiz gerek Cukur bir kaseye corba koydu, bir kasenin bize yetecegini soyledik, icinde de iki kasik. Caresiziz...O an aklıma geldi, isaretlerle el isi yapip yapmadigini varsa bize getirmesini anlatmaya calistim, getirmek icin mutfaktan ciktiginda birimiz disariyi kontrol ederken digeri corbayi tencereye tekrar bosaltti. Marta geri geldiginde bizim corba bitmis gorunuyordu. Lezzetlı oldugunu cok sevdigimizi hemen aceleyle bitirdigimizi anlatınca yuzu guldu, et yapmak istedigini soyledi istemedik. Bir tencerede kaynayan patatesleri yıne ele alınamıyacak bır ortunun uzerine doktu yiyin dedi. Bu sefer nasıl olsa kabuklu deyip bir iki patates yedik. Peru'nun patatesleri cok guzel 54 cesit patates var. Ve bulusma noktamıza gitmeye sıra gelmisti. Maalesef Marta'ya el fenerini anlatamadigimdan fenerimiz olmadan bulusma noktasına geldik. Titicaca da ilginc bir hava var. Gunduz cok sicak, gece ayni derecede soguk...Tırmanmaya basladik, ben zorlukla cikiyorum. Bulusma noktasinda herkes ev sahipleriyle birlikte oturuyor, degisik turlarla gelenler de ayni yerde toplanmis. Kalabalik; koyun konuklarla dolu oldugunu gosteriyor. Koyde elektrik yok.Ev sahiplerimizden ayrılıp rehberlerimiz esliginde tirmanmaya basladik.Bir yanda Pachamama diger yanda Pachapapa var. en yuksekleri bunlar. Shamanlara gore bu iki dag hayatin balansi. Biri disiyi digeri ise erkegi temsil ediyor. Ve tum ritueller bunların zirvesinde yapiliyor. Zirveye cıktık. Ama ne cıkıs, cok zorlayici bir parkur, bir yandan dik diger yandan sicak...Ara ara molalar oluyor, biz geriden gidenlerdeniz. Brezilyali bir genc var benim yakinimda yuruyor, cok konuskan. Ben her molada devam etmeme karari alip sonra elbette tekrar basliyorum. Esas zorlanma nedenim, hastaligim...Sonucta zirvedeyiz. Tırmanma sırasında para isteyen ufak cocuklara,el isleri satan saticilara rastlıyoruz. Zirve cok hos, gunese cok yakin hissetmenin otesinde asagida Tıtıcaca Golu ve ada...Tırmanma yolunun solundan gunes battı ve ayni anda sag tarafta ay kendini gosterdi muhtesem bir manzara. Fotograflar cekiliyor. Herkes kendine gore birseyler yapiyor. Ben boyle zamanlarda yalnız bir kosede oturup, yasadıklarimi unutamiyacagım sekilde icime ceker adeta hafızaya kaydederim. Ve bu guzelligi yasayabilmeme neden olan hersey icin tesekkur ederim. Bir sure sonra guruplar inmeye basladilar, arkadasim fotograf cekmeye devam etmek istedi, ben asagiya inmeye basladim. Birkac adim attim ki hava karardi. Asagıya inenlerin arasinda oldugumdan onlarin fenerlerinden yararlanarak rahatlikla iniyordum. Bulusma noktasina geldigimde hava iyice kararmis ve sogumustu. Hepimizin ev sahibi bizi bekliyordu, zaten yalniz evlerimizi bulabilmemiz mumkun degl. Rehber asagiya inenlerin ismini listeden siliyor. Arkadasimin gelmedigini gorunce rehber, Marta ve ben bir yanda oturup beklemeye basladik. Vakit geciyor, yukardan gelenlerin sayisi azalmaya basliyordu. Nihayet son rehber de geldi ve geride kımse yok dendi. Ben caresizim, arkadasim yok, hava soguk ve karanlik. Belki eve gelmistir dediler Martayla biz eve gittik. Iki buklum hasta ben, birden canlanmistim, caresizlik ve korkudan. Evde kimse yok. Yanimdakiyle konusamiyorum, kafam karmakarisik. Biz tekrar o tepeleri tirmanip ortak noktada bekleyen rehberin yanına dogru tırmanmaya basladik. Yarı yolda tıkandim ve yuruyemiyorum, hickira hickira aglamay basladim. Ve orada farkli birseyi yasamaya basladim '' renk, ırk, ne olursan ol insansin, dilini bilmesen de, duygular ortak...'' ben bir tasın uzerine yigilircasina oturdum ve hickira hickira agliyorum. Marta ortusunu cikarip ortuyu benim basimin etrafinda salllayıp, kendince birşeyler mırıldanıyor, elimi tutuyor ve oylesine mahzun bir bakisi var ki. Bir anda tek yuregiz bunu hisssediyorum.Yol olmadıgından karanlıkta dusuyorum, bir elim Martada, diger elimi bir baska adam tutuyor koyden. Kopeklerden korkan ben, yanlarindan geciyorum hic korkmadan. Rehberin yanina geldigimizde arkadasimin gelmedigini soyleyince ben tekrar bagira bagira aglamaya baslaim. Lutfen hep birlikte cikalim tekrar dedigimde dag cok soguktur dayanamazsın ve sen cikamazsin demezler mi? Her soz beni biraz daha yikiyor. Lutfen arama yapılsin ne gerekiyorsa verecegim dedim. Beni zorla Martayla eve yolladilar. Karanlik, bilmedegim bana herseyiyle yabanci bir yerde, anlasamadigim bir kadinla elele eve gidiyoruz. Ama biliyorum ki Marta yanimda...Ayse-2008
9 Kasım 2010 Salı
PERU---Titicaca Gölü--1
Evimizde ben ve Marta'nın kocası |
Martamız bize mutfağında yemek hazırlıyor |
Yatağımız, lazımlığımız |
Teknemiz, Konaklama yapacağimiz Amantani adasina yaklasiyor. Adada yerlesim su kiyisindan baslayip dag yamaclarina dogru uzaniyor. Kiyida yerel giysileriyle kadinlarin cogunlukta oldugu ev sahiplerimiz, tek sira halinde oturmus bizleri bekliyorlar. Bir yandan midem kotu, diger yandan iki gundur halsiz kalmisim kimildayacak halim yok. Tek istegim fazla tirmanmadan eve gidip biraz dinlenmek. Ev sahiplerinin kac kisi konuk alacaklari daha onceden belli. Aralarinda onderlik yapan biri kiyiya cıktigimizda rehbere listeyi verdi. Her konuk ( kac kisi seyahat ediyorlarsa) bir eve veriliyor. Boylece koyde esit bir dagilim oluyor. Ayrica adadan ayrilana kadar her ev sahibi konugundan sorumlu. Rehber okuyor: Marta, ev sahibimiz ...Siyah ust uste giynilmis etekler ve basında uzun siyah ortuyle, yasli gorunumlu, biraz kamburu cikmis bir kadin yanimiza geldi. Birbirimize dokunduk, sevgiyle...Birden Marta'yla aramızda bir bag kuruldu. Herkes ev sahibibnin yaninda bekliyor. Rehber iki saatlik bir zamanimiz oldugunu bu surede dinlenip, aksam yemegimizi yiyip, ev sahiplerimizin bizi bir meydana getirecegini sonrasinda shaman rituellerinin yapildigi daga tirmanacagimizi ve gunesin batisini oradan gorecegimizi, yanimiza birer el feneri almamız gerektigini soyledi. Donuste bir sure dinlendikten sonra da dansli bir geceye katılacagimizi belirtti. Ayakta duracak halim yok, bir an evvel yatıp biraz dinlenmek istiyorum ve butun enerjimi tırmanacagimiz dagda kullanacagim. Daracik keci yollarindan, bahce iclerinden Marta onde biz arkada eve dogru yurumeye basladik. Her ev mustakil, iki katli, tuvaletler disarda. Neyseki fazla tepelere gitmeden orta bir yerlerde Marta'nin evine geldik. Bir metrelik duvarla cevrilmis evin bahcesine girdigimizde, Marta hemen cebinden bir anahtar cıkardi ve disarda ustunde kilit olan tuvaleti acti. Ben, yolda yururken Martaya ıdare eden italyancamla koyun guzel oldugunu, cok hoslandigimi soyledim Marta gulerek ''si'' dedi. Hosuma gitti, en azından derdimi anlatabilecegim derken sonrasında gordum ki, Marta herseye ''si'' diyor. Durum vahim. Is yine benim teatral gucume kaldi. Ama bende hal yok...Evin bahcesine girdigimizde, sagda tuvalet, solda ufak bir lavabo, ve mutfak ardından avluya giriliyor. Asagıda bir oda Marta ve kocası kalıyor. Ahsap merdivenlerle yukari cıkılıyor, 3 oda var. Odalar gelecek konuklar icin hazirlanmis. Bizim odamizin kapisini actiginda, ilk gozume carpan duvarda civiyle tuturulmus siyahlasmıs bir havlu oldu. Onemli degil sen zaten kullanmiyacaksin alt tarafı bir gece diyerek kendimi teselli etmeye basladim. Oda, dikdortgen, iki karyola, uzerlerinde 3 er battaniye, her karyolanın yanında birer lazimlik, ufak tahta bir masa uzerine musamba kaplanmis. Gorunen tablo hic ic acici degil, ama baska care yok. Ben, hastayim, yinede hicbirseyi kacirmak istemiyorum, zorluyorum kendimi. Seyyar gezdigimden tum malzemelerim yanımda, hemen giyeceklerimden yastıklarin uzerine, agız kısmina gelecek sekilde cozumler bularak, hic ustumu degistirmeden yattim. Oda da bir sessizlik, ikimizde dusunceliyiz ama aklimizdan gecenleri okumak o kadar zor degil '' yahu ne isimiz var bizim burada????'' ama macera ariyoruz ve herseyi gorecegiz ya, eeee ozaman katlanmak zorundayız hic sikayet yok,'' yasadıgın anın tadini cikar ''parola bu. Kapiyi kilitleme ihtiyacini hissetmedik, bir anda bir adam iceri girdi. Odanin ortasinda birtakim garip sesler cikariyor. Bir bu eksikti derken anladik ki. Bu yasli, sallanan, biraz da normal gorunmeyen adamcagiz, Marta'nın kocasi. Neyse adami disari cikarttik, zararsiz...Ve uzandik, sessizlik...Ayse-2008
PERU--Flotantes Adaları ve Titicaca Golü
UROS ADASI |
UROSTA |
Colca Canyon gezisinden Arequipa'ya tekrar donduk. Aslında Arequipa'da birkac gun daha kalmak isterdim ama 35 gune sigdirmak zorundayiz herseyi. O yuzden gece yolculuklarini arttirip daha fazla yer goruyorduk. Arequipa'dan otobusle Puno'ya gectik. Puno, onemli ; cunki, Titicaca golune yapilacak gezi buradan oluyor. Gec saatte buldugumuz otele kendimizi zor attik. Ben Chivay deki acık bufeden sonra perisanim. Bir yandan mide bulantisi, bir yandan onun yaptigi halsizlik, usume, titreme hepsi var ama geziyle ilgili hicbir seyi aksatmiyorum. Program aynen devam ediyor. Eeeeeee hastaligin zamani degil, birdaha buralara gelinir mi gelinmez mi bilinmez...Bu arada zaten Perulular kendilerinden sanıyorlar beni, gunesten kapkara olmus derim iki orgu yaptigim saclarim, bir de zaman zaman orgulerin ucuna taktıgım yun pomponlar beni onlara daha da yakınlastiriyor. Sabah cok erken saatte uyandim Tıtıcaca'ya tur ayarlıyacagım. Oteldeki kiz inigilizce biliyor, hemen bir acentayla konustu pazarlıklar yapildi on dk sonra rehber bizi almaya geldi. Nasil mutlu oluyorum boyle zamanlarda, tanrim zaman kaybı yok ve hersey tikir tikir isliyor, muhtesem.Titicaca golu dunyada gorulmesi gereken yerlerden biri, diger ilginc yanı da golun bir kismi Peru'ya diger kısmi Bolivya'ya ait olması. Benim icin de farklı nedenlerle unutamıyacagim bir bolum oldu gezimde...Teknelere bindik. Yolculuk basladı. Rehber iyi ingilizce biliyor bu da bir sans. Yolculuk sazliklar arasinda basladi. Sudan bir yolda ilerliyor gibiyiz, iki yanımız sazlik. Uzun bir sure boyle gittikten sonra birden sudan yol kendini gole teslim ediyor. Ilk durak Flotantes adalari. Puno lımanından 5 km uzaklıkta. Uros yuzen adasi ilk gezdigimiz ada. Bu adalar Uroslu'arin kendilerinin elle yaptiklari adalar. Sazliklardan elde edilen Totora' lardan olusuyor. Cok ilginc. Gecim kaynaklari turizm ve balikcilik. Her adada ayni soydan gelen aileler oturuyorlar. Aymara dilini konusuyorlar ve Shamanlar. Aymaralar da deniliyor.Kullandiklari tekneler ilginc onlar da totoralardan olusmus. Titicaca golu turlari ya gunu birlik ya da konaklamali oluyor biz konaklamaliyi tercih ettik. Hem daha fazla macera yasamak hem de ayrintilari kacırmamak icin... Konaklamali turlarda, herkesi ( beraber oldugunuz kisiyle birlikte) Bir ailenin evine yerlestiriyorlar. Ve konaklama suresince o aile sizden sorumlu. Her aile gelenlere ayni yemekleri veriyor. Konaklıyacagımız adaya geldik. Amantani adasi. Rehber burada konaklıyacagımızı soylediginde. Karsimizda buyuk bir ada ve bir dag yamacina kurulmus bir koy vardi karsimizda. Evler ahsap, iki katli, tuvaletler disarda. Kiyida kadinli erkekli yerel giysileriyle bizi karsiladilar. Kadinlar siyah ustuste giyinilmis etekler ve siyah ortu baslarinda tek sira halinda bekliyorlardi konuklarinı. Macera simdi basliyordu belli oldu, acaba hangisinin evinde kalacaktik?...Ayse-2008
Transsibirya ----Nazım Hikmet
Transsibirya gezimin ikinci duragı Moskova. Moskova'daki birinci gunumde, sabah kalktıgımda ayrı bir heyecan var. Cunki bugun unlu ''NOVODEVICHY'' mezarligina gidecegiz. Ben ve arkadasım, sessizce kucuk sırt cantalarımızı karıstırıp, yanımızdaki en giyinebilir ve şık bluzlarımızı seçip, ozenle hazırlandıktan sonra mezarliga gitmek uzere cıktık. Mezarlık cevresindeki, cicekcilerin birinden, ciceklerimizi almak icin bir cicekciye girdik ve birer kırmızı karanfil istedik. Cicekci bayan, rus geleneklerine gore en az 3 adet almamızı soylediyse de biz birer karanfille yetindik.Çok heyecanlandım, aslında haksız da sayılmazdım. Mezarlık yeni ve eski bolum olmak uzere iki bolum halinde, giriste elimize bir kroki verildi, uzerinde tanıdık isimlerin anıt mezarlarının oldugu yerler belirtilmis. Nazim Hikmet bunlardan biri, daha kimler yok ki Tolstoy,Shostakocivh,Mayakovsky,Gogol, Chekov,... gibi bir cok tanıdık isim. Nazım'la, '''Cinar'ının'' altında randevumuz var, saniyeler icinde neler gecmiyor ki aklımdan, Prag, şiirler, kadınlar, asklar, ozlem ve Memed...Ve birden muhtesem bir taş, çınar agacı ve Nazım... Çiçeğimi koydum, taşa dokundum ve o anda uc kısımdaki Vera'nın ufak mezarına takıldı gozüm.Vera'ya ısınamadım bir turlu, Galina'dan sonra. Hele Nazım'ın,7 yıllık bir beraberlik ve yaşaması için mücadele vermiş Galinayı yüzüstü bırakıp, Vera'ya koşmasını hiç içime sindirememistim. Belki de bu yüzden, orada Vera'yı, Nazım'ın yatağına sessizce girmiş ve oraya yerleşmiş gibi gördüm.Orası sadece Nazım'a ait olmalıydı diye düşündüm, paylaşılmamalıydı, paylaşan aşık olduğu bir kadın bile olsa. Biraz yüksek sesle sitem ettim Nazım'a, kadınları adına...Sonra, şu dizeler geçti :''...kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir, ben ayrılıkların; kimi insan ezbere sayar yıldızların adını; ben hasretlerin...'' Birden havanın güzelliğini ve mezarının ne kadar güzel bir yerde olduğunu farkettim, veda için '' o taşa'' bir daha dokundum...ve sesini duyar gibiydim ayrılırken ''...hava toprak gibi gebe. Hava kurşun gibi ağır.Bağır, bağır, bağrıyorum...''Ayse--2007
7 Kasım 2010 Pazar
Transibirya --Kadınlar
Gezimle ilgili basliklari koyarken, KADINLAR'in da bir baslik altina alinmasini ve kendileriyle ilgili konusulmasi gerektigini dusundum. Rus Kadinlari, farkli bir kadin modeli olarak illgimi cekti. Gezi boyunca, yollarda gorduklerim, konustuklarim, trende gozlemlediklerim, evlerine gittiklerim, rus erkekleriyle bu konuda yaptigim konusmalar, beni bu sonuclara goturdu. Gercek bir guzellige sahipler. Uzun boy, uzun bacak, beyaz guzel bir ten, renkli goz,ince bir vucut yapisi, guzel yuz hatlari...Kisacasi dis gorunum cok carpici, bir de buna kominizm doneminden kalma, kadinin esit hakli kendine olan guveni ve comertce vucudunu sergileyen giysileri,guzel makyaji, kadinsiligini ekleyince, Rus Kadininin dis hatlari cizilmis oluyor. Bir kadin olarak kiskansam da gercekleri goz ardi etmem olasi degil...Doguya gidildikce, Asya kadin modeli ortaya cikiyor. Soz ettiklerim elbette, gerek yasam sekli, gerekse dis gorunum olarak bunlar degil. Slovak irkindan gelen Rus Kadini...Gezdigim 20 sehirde, kucuk yerlesim yerleri de dahil(Asya modelleri haric) kadinlarin giyim tarzinda,bir farklilik goremedim. Biraz bundan soz edeyim, ama kafanizda canlandirirken lutfen sinirlarinizi asip, hayal gucunuzu zorlayin ( hic abartmiyorum) Alabildigine mini etekler, mini sortlar, cok yuksek topuklu abiye ayakkabilar (duz pabuc hıc yok, ben de bu yaz giyim tarzimi degistirme karari aldim, bir daha duz pabuc yok, keske daha once gitseymisim oralarda alinacak cok ders varmis), tum gogusler ortada (ciddi ciddi oyle birazcik ucunun gorunmesi filan degil), goguslerini, dısılıklerini ortaya cikaracak sekilde ozel sutyenlerle besleyerek giyinmek, dekolte kisa bez parcalarindan olusan elbiseler, seffaf giysiler ve iclerinden gorunen g stringler hem de beyaz seffaf elbise altindan siyah g string gibi...Iste size dis gorunum. Butun bunlari gorunce, Turk kadininin, bastirilmisliklarin
Transibirya---Trenler
Bu sefer yazilarimi belli basliklar altinda toplamaya karar verdim.Birinci basligi da elbette ''trenler'' yapmaliydim. 12000 km yol gittik ve bunun sadece kisa bir bolumunu 2 kez otobusle gittik. Bilet almak seyahatin en zor bolumuydu.Bilet giselerinde calisanlarin % 99 u ruscanin disinda dil bilmiyor, cogu yardim etmek ve anlamak icin kendini zorlamiyor, gise perdesini indiriyor ve orada kaliyorsun, caresiz, bitkin, aglamakli...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)