12 Aralık 2010 Pazar

ÇİN---Wuyuan macerası





Çindeki en zorlu anlarımı Wuyuan'da yaşadım. Wuyuan'da otobüsden iner inmez  bir anda çevremiz sarıldı, ellerinde haritalarla şöförler, birşeyler gösterip herbiri bizi götürmek için çabalıyordu. Ne için geldiğimiz belliydi. Gorülmesi gereken birkaç köy...Qinhua', Likeng, Xiaogi. Elbette bağlantımız yine vücüt diline kalmıştı. Böyle zamanlarda kendimi tam bir av gibi hissediyorum. Bu da tedirginliğimi arttırıyor ve beni çok huzursuz ediyor. Nasıl olsa avlanacaktık ama az zarar verecek biri olmalıydı bu. Gozüme birini kestirdim savaşmaya başladım. Gideceğim yerleri gösterip pazarlık ediyorum ama diğerlerinin hepsi yanımızda, rahatlık yok. Parada anlaştık, tam arabaya binecegiz çevredekilerden biri yanıma gelip işaretlerle bu adamın taksisiyle gidersek bizi öldüreceğini anlatıyor. Yine şaşkın, acınası durumdayım. Bir yandan bir adam bogazini gosterip öldürülebileceğimizi açıkça söylüyor, diğer yandan  aç kurtlar yanımda hala av peşinde. Eh bile bile de Çinde ölüme gitmek olmaz, şaşkın Ayşe çaresiz etrafa bakıyor. Dişime göre çelimsiz bir genç gördüm, biraz da onunla savaştım. Anlaştık. Bu arada bir önceki anlaştığımla, öldürülebileceğimizi söyleyen kavga ediyorlar. Bir anda Wuyuan'ı şenlendirdik...                                                                                                                                                                                                             Minibüsümüze bindik, ilk durak Qinghua'. Küçük bir köy, evler, köprüler çok ilginç... Köye giriş ücretli, söför kasadaki bayanla birşeyler konuştu  ve bizden parayı istedi. Ben de parayı kasiyere vermek isteyince, kıyametler koptu.Işaretlerle sizi götürmem burada bırakırım diyor, ağlamaklı bir surat. Lanet olsun deyip parayı şöföre verince rahatladı. Arabayı park etti, köyü gezeceğiz. Ben önden gidiyorum, yanıma geldi ve bir süre benimle yürüdü. Bir ara arkadaki arkadaşına bakayım dedi ve gitti. Zevkle gezmemin sonunda arkadaşımla karşılaştığımda anladım ki onun yanına hiç gitmemiş. Pek de üzerinde durmadık, biraz da beraber dolastıktan sonra park yerine geldiğimizde arabanın olmadığını gördük. Bir anda bozguna uğramış gibiydik. Önemli birsey olmasa da sırt çantalarımız, sularımız arabayla birlikte yok olmuştu. Şaşkın şaşkın aglamaklı bir suratla  etrafa bakarken, ingilizce bilen bir Çinli durumu farketti ve konuşmaya başladık.Nasıl olduğunu hala anlıyamadığım bir şekilde bir polis arabası belirdi. Polislere, durumumuz aktarıldı ve ben ağlıyorum artık...Herzaman dikkat ederim ama bu sefer ne plakayı, ne de şöförün ismini biliyorum. 3 polis bizi arabaya bindirdi ve girişe geldik. Yine 3 kişi belirdi, biri gayet iyi ingilizce konuşuyor. Ben konuşmak istemeyince kimliklerini çıkarıp sivil polis olduklarını, sakin olmamızı, 1 saat içinde bu isi çözeceklerini soylediler. Çok kibar ve ciddilerdi, güven verdiler...Bense nasıl çözüleceğini bir türlü anlayamazken 45 dakika arabamız göründü, ve şöför geldi. Çantalarımızı açmamıştı ama sularımız ve yiyeceklerimiz yoktu.Polisle arasında oldukça sert konuşmalar geçtiği belliydi. Polisler bize kartlarını verdiler anlaştığımız paranın altında ödeyeceğimizi ve güvende olduğumuzu söylediler. Devlet ve polisin olumlu gücü bizi şaşırttı.Cok kısa zamanda problem çözülmüştü. Gezimizi tamamladık ama geceyi orada geçiremedik, tadı kaçmıştı bir kez gece otobüsle yola devam ettik.Ayse-ocak -2010

1 yorum:

  1. Hayatta böylesine bir macerayı yaşamak istemem! Gezginlik bu olsa gerek...

    YanıtlaSil